İskilip'in en eski, en canlı ve en gün görmüş günlerini kaleme alan Sak'ın o yazısı.
ÇARŞI USTALARINA
Benim çocukluğumda ,
Ayakkabıcılar Çarşısında,
yıllara meydan okumuş,
pehlivan kılıklı ahşap dükkânlardan,
arada bir kaçamak çırak gülüşleri
çekiş seslerine,
eşlik ederdi…
Leblebiciler çarşısının yanık kırık bibiği,
Mis gibi kavrulmuş nohut kokusu burnumuzun direği sızlatır,
delik ceplerimizde ki yegâne paramız 50 kuruşu bulmak için,
dibini deşmemize neden olurdu
Cep delik, cepken delik ama keyifler gıcırdı.
Parkın kahvesinde kabaran tavus kuşu en büyük merakımız,
Havuz kenarında yediğimiz dondurma en büyük keyfimizdi.
Çarşılara çıkmak evden izin meselesi,
Ama bizim içinse bir dünyanın keşfiydi.
Bir fırsat bir bahane çarşının yollarını bize açar
sokak sokak
arasta arasta
kaybolurduk bu masal dünyasında
Her sokakda başka bir usta
Her sokakta başka bir dünya
hiç anlamazdım o zamanlar
koca adamlar oturmuş bir tezgahın önüne
Alaturka şarkılar eşliğinde tek tek ip dizer,
tokmakla ördüklerini döverdi
Adlarına mutaf denen bu ustaların bir de kocaman mahalleleri vardı…
bakırcılar vardı, demirciler arastasının böğründe,
Tın tın tınlardı bir ninni edasında
bakırı şekillendirmek için vurdukları her darbe…
vallahi pek bi kara idi kalaycıların yüzleri
rüyalarımızda bize ceee diye bağırıp korkutan umacı gibi
Gülüşleriyle yüzünün isine tezat dişleri bembeyaz gözükür
Kalpleri gönülleri muhabbetleri pek bir dost idi.
Her bir usta kutsal emanet gibi devraldığı mesleğini icra eder
Ele güne karşı,
Muhanete karşı hem daim tetikte idi.
Dükkânlar sabah ezanı besmeleyle açılır,
sabah çorbası, mahmurluğu gidersin diye,
güle oynaya çorbacılarda içilirdi.
yeni güne selam verilir
Dükkânın içi dışı tertemiz edilip,
siftah beklenirdi.
Kuşluk vakti geçince akla yemek düşer ,
Çıraklar bunu iş edinirdi.
taş fırından okkalık alır,
çökelek peynirine mevsimine göre üzüm ve karpuzu yandaş ederlerdi.
Bazen eli maharetli usta maharetini ortaya döker
Bol kuyruk yağlı çömleği fırına verir
pişmesi dört gözle beklenirdi.
Bazende ,
işler iyiyse,
hele birde komşularla iddia varsa,
ehh kıvamında acılı tepsi yenir
ölü somununu üstüne kapak yapar
Akçasu köyünden gelmiş bol yağlı yoğurttan yapılma ayran
höpürdete, höpürtete içilir,
kurusoğanın tepesine vurulur,
cücüğü ısıra ısıra yenirdi.
Herkes lokma sırasını bekler hem karınlar hem gönüller doyardı
Yemekler bolca acılı ama muhabbetler pek kıvamında
ve dahi pek tatlı idi.
Aman Allahım !
Ne keyifti…
Bir sürü adam sofrada bulduklarına hamd eder ,
sözü büyüğe
suyu küçüğe bırakır
sofradan kalkarken haneye bereket
devlete afiyet der
tatlının üstüne bolca dua eder
devamının en kısa zamanda beklendiğini ifade etmekten de geri kalmazlardı.
…
Şehir dışından tüccar gelmesini bir ustalar,
birde biz usta çocukları dörtgözle beklerdik.
Toptan satışın ardından babamın yüzü güler,
bana şerbetçilik parası, bahşiş alırdı.
Bazı bazı kebapçılar çarşısına giderdik
uzun pidelerin üstünde bol soğanlı kebap
yanaklarımızın kızarmasının ana sebebiydi..
Gün arası sıcak çökünce,
Kolları sıvalı koca ustalar
Ellerinde ibrik
ayaklarda nalınlar
ezanıMuhammedinin yeri göğü çınlatan çağrısına cevap vermek için hazır olda beklerdi.
Çay molası dostluğun pekiştiği,
dertlerin çözüm bulduğu
beraber ağlanılan beraber gülünen dost meclisiydi.
Demli çayın bu kadar keyif olduğunu,
acı kahvenin kırk yıllık dostluğunu,
ben küçükken
bu elleri nasırlı koca adamlardan öğrenmiştim..
Ustalar ikindi vakti oturur
merdiven altından bozma bir çay ocağında
ajanslardan bahseder,
hükümeti çekiştirdilerdi.
Akşam ezanı okunmadan herkes evinin yolunu tutar
ellerinde yağdanlıklara sarılmış
turfanda meyveleri bir gururla getirir
kendileri yemez bizlere yedirirdi…
O zaman her şey bulunmaz mevsimi beklenirdi…
Akşam yemeği mutlaka ev ahalisiyle yenir
Allah kuru diri ne verdiyse ortaya konur hale şükredilirdi
Yazım ekmeğine doyum olmaz
Abduliçinin sebzeleriyle yemekler pişerdi
…,
şimdi yoklar
bir yaprak dökümü misali
bir bir eksiliyorlar,
bir ikindi vakti
hepsi geçmiş zaman trenine binip
birer birer terk etti dükkanlarını
Arastalarını
Giderken yanlarında götürdüler çarşıların nefesini
Tahta kepenklere
Demir kilitler vuruldu
Bir daha açığa çıkmasın diye anılar
Ulu caminin ıhlamurunun etrafı boş kaldı
şadırvanın musluklarında kimse artık sıra beklemiyor
çarşılarda çırak sesi kalmadı
Şimdi kimse kırık leblebi kavurmuyor
Lezzetini bilen bile yok
Kahveci kırılan fincanlarının yerine yenisini almadı
hem de dükkanı boşalttı
Ustaların ekmek teknesi tezgahlarını
odun yaptılar mirasçıları
ısıtmak için gövdelerini
düşen her kor gözlerini ıslattı
…
yalan oldu ..
Bir Kafdağı hikâyesi
belki de bir masal
Çıraklar öksüz kaldı
Dükkânlar boş
…
Yeniden şadırvanın çeşmeleri çağıldar mı?
Çarşılarda sesleri yeniden yankılanırmı?
…
gelirler mi? acaba
dönülmez akşamın ufkundan,
erguvan renkli
Bir akşamüstü vakti
çekip giden ustalar...
Sevgili Babam Ayakkabıcı Hüseyin Ustaya İthafen
Mustafa SAK