Bizleri bu dünyada insan olarak yaratan, her türlü nimetiyle donatan, ezan ülkesinde minare gölgesinde dolaştıran Rabbimiz Yüce Allah’a sonsuz hamdü senalar olsun. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafaya (SAV) salat ve selam olsun. Ramazan ayımız mübarek olsun. Yüce Rabbimiz yaptığımız ve yapacağımız dualarımızı ve tövbelerimizi kabul eylesin.
Yüce Rabbimiz biz insanoğlunu ruh ve bedenden müteşekkil olan, mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Bunu da Kur’an-ı Kerim’de: “Biz insanı en güzel surette yarattık”, buyurarak ifade buyurmuştur. Yaratıcımız olan Rabbimiz bizi bizden daha iyi bildiği, daha çok sevdiği için ve bizlerin her iki dünyada da huzura kavuşabilmesi, mesut ve bahtiyar olabilmesi için bizlere hayat nizamımız, rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’i göndermiş; Kur’an-ı belki okuyamazlar, okur anlayamazlar, anlar yaşayamazlar diye, Kur’an-ı okuyan, okutan, anlayan, anlatan, onu yaşayan ve hayatına ilmek ilmek dokuyan ve bizim gibi insan olan Hz. Muhammed Mustafa’yı içimizden peygamber seçmiştir. Rabbimiz, “Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun”, buyurarak Ahirette cenneti bize hedef göstermiş. Bu müstesna ödüle kavuşabilmemiz için, “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurarak ta bu dünyada ki yaratılış gayemizi bizlere bildirmiştir.
Hedefimiz cennet, yaratılış gayemiz de Yüce yaratanımıza kulluk olduğuna göre; cennete ulaşmak ve kulluk görevimizi de yerine getirebilmek için, Yüce Allah’ın emirlerine harfiyen uyup, Peygamber efendimizin de sünnetine dört elle sarılarak müntesibi olmakla gurur duyduğumuz İslam dinimizi yaşamamız gerekmektedir. Dinimiz İslam da genel olarak itikat, ibadet ve ahlak olmak üzere üç ana husustan teşekkül etmektedir ki bu üç ana husustan birisinin varlığı diğerinin varlığına bağlıdır. İman olmadan ibadetten, ibadet ve iman olmadan da en büyük erdem olan İslam ahlakından bahsetmemiz mümkün değildir. İmanı koruyan ve güçlendiren ibadettir. İbadete hayat veren, onu genel geçer kılan da imandır. İman ve ibadet bir araya gelerek maneviyatı doğurur. Maneviyatında varlığını, dışa yansıyan yönünü, onu gözle görünür kılan İslam ahlakı ifade eder. Zira maneviyat Yüce Allah’ın bizden istediği yaşantının, Peygamber efendimizin sünnetinin ruhunu ifade eder.
Mesela, manevi açıdan insanı bir ağaca benzetecek olursak, ağacın kökleri insanın imanını; ağacın dalları, beslendiği toprak ve su, insanın ibadetini; ağacın meyveleri de insanın maneviyatının dışa yansıyan ahlakını teşkil eder. Nasıl ki ağacın köklerini toprağı kazmadan göremiyorsak, insanında yüzüne bakarak imanın varlığını yokluğunu, kuvvetini ve zayıflığını anlayamayız. Nasıl ki ağacın kökünün sağlamlığını ve sıhhatini dallarının ve yapraklarının kuvvetinden, parlaklığından anlıyorsak; insanında imanının varlığını ve kuvvetini onun ibadetlerinden yaşantısından anlarız. Nasıl ki ağacın değerini, onun meyveleri ve insanlara ve bütün canlılara olan faydasıyla ölçüyorsak; insanın değeri de imanının ve ibadetlerinin neticesi olan maneviyatıyla, maneviyatının doğurduğu güzel ahlakıyla, Yüce Allah’a layık bir kul, Peygamber efendimize layık bir ümmet, vatanına, milletine ve bütün insanlığa layık bir fert olmasıyla ölçülür. Nasıl ki ağacın kökleri, topraktan, sudan ve dalları vasıtasıyla aldığı güneş enerjisinden besleniyorsa; insanın imanı da ibadetleri vasıtasıyla güçlenir. Nasıl ki bir ağacın meyve vermesi ve meyvesinin kalitesi kökünün ve dallarının sıhhatinden ve sağlamlığından kaynaklanıyorsa; insanın da maneviyatı ve onun dışa yansıyan güzel ahlakı, yaratıcısına olan aşkından, saygısından, peygamberine olan sevdasından, hürmetinden ve bütün bunların göstergesi olan imanının ve ibadetlerinin tezahüründen kaynaklanır. Zira maneviyatın özünde Allah aşkı vardır. Peygamber sevdası vardır, ihlas vardır. Yani her an Yüce Allah’ın bizi gördüğüne gönülden inanarak yaşamak vardır. Yunus Emre’nin dilinden: “Yaratılanı yaratan için sevmek” vardır. Kalp kırmak gönül yıkmak değil, dargın gönülleri barıştırmak, kırık kalpler arasında köprü kurmak vardır. Peygamber efendimiz ne güzel buyurmuş. “İnsanın Müslümanlığının göstergesi ve dininin güzelliği, onun çirkin hal, hareket ve yaşantıyı terk etmesinden anlaşılır”. Yine Yunus Emre ne güzel ifade etmiş:
Aksakallı pir hoca
Bilinmez hali nice
Emek vermesin hacca
Bir gönül yıktı ise.
Maneviyatsız bir insan ruhsuz bir cesede benzer. Nasıl ki insanın bedenine ruhu canlılık katarak ona hayat veriyorsa; ruh bedenden çıktığı zaman beden işlevini yitiriyorsa, aynı şekilde maneviyatta, insanın yaşamına değer katarak, insana, yaratılış gayesini, ahiretteki hedefi olan cennete girebilmeyi ve Yüce Rabbimizin cemalini görebilme istek ve arzusuna ulaşabilme bilincini aşılıyor. Tam tersine zayıf bir imanın ve ibadetsiz geçirilen zamanın meyvesi olan maneviyat yoksunluğunun tezahürü olan ahlaksızlıkta, insanı, Yüce yaratıcısından uzaklaştırarak peygamberine düşman ediyor. Böylece insan rotasını kaybetmiş gemi misali nereye gideceğini ve nerede demirleyeceğini bilmeyerek hem kendine zarar veriyor hem de içinde yaşadığı topluma kötü örnek teşkil ederek toplumun maneviyatını ve huzurunu bozuyor. Böylece de hem şeytanını ve nefsini sevindiriyor hem de kendisinin de zarar gördüğü ahlaksız insanların ve toplumların çoğalmasına vesile olarak her fırsatta hak din olan yüce dinimiz İslam’ın ve onun müntesibi olan Müslümanların kökünü kazımak isteyen din düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüş oluyor.
İnsan, Yüce Allah’ın emirlerine boyun eğme ve Peygamberimizi de kendine rehber edinmenin kendisine verdiği maneviyatla kendini oto kontrol altında hisseder. Allah’a karşı kulluğunu daha samimi, ibadetlerini daha şuurlu ve geçimini sağlamak için üslendiği işini daha dikkatli yapmaya özen gösterir. Yapması gereken kulluk görevleri ve özellikle de ibadetler ona yük gibi gelmez, yaptıkça zevk alır ve bu hal onu kötü duygulardan uzaklaştırarak onu sosyal hayatta örnek bir insan yapar. Maneviyat duygusu olan insan, yapmacık hareketlerden uzak durur, yaptığı ve yapacağı her işte “Yüce Allah bizi görüyor, melekler kayıt ediyor” sloganıyla, her an Yüce Yaratıcının “Basîr” yani kalplerde geçenleri dahi gören ve bilen olduğunu düşünerek bir hayat sürer. Böylece işçi, işinin hakkını verir, memur görevine zamanında gelip gider, amir hiçbir adaletsizliğe göz yummaz, tüccar, esnaf ve sanayici azıcık bile olsa haksız kazanca yeltenmez, sahte fatura düzenlemez, haksızlık yapmaz, haksızlığa göz yummaz, rüşvet alıp vermez ve vatanına, bayrağına, dinine, milletine ve ülkesine karşı sorumluluklarını her halükarda yerine getirir.
Maneviyattan yoksun olan toplumların ömrü uzun süreli olamaz. Böyle bir toplum, muhasebesi tutulmayan bir işyerine benzer. İlişkiler kardeşlik değil, menfaat üzerine kurulmuştur. Adalet ve eşitlikten yoksundur. Haklıların güçlü olduğu değil, güçlülerin haklı olduğu bir yaşam tarzı benimsenmiştir. Böyle toplumlar dünyayı ahiret için bir araç değil, ahiretsiz bir amaç edinmişlerdir. Hesap verme şuurundan yoksun, mal biriktirme hırsıyla dolu, hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat sürmüşlerdir. Halbuki Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Mezarlıklar dünyadayken yerimiz doldurulamaz diyenlerle doludur”. Yine Mevlana’nın dediği gibi: “Altından ağacın olsa zümrütten yaprak, akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak”. Yani: “Göğe taht kursan güneşi eline alsan, ne faydası olacak ki eğer Allah’ı bilmeyeceksen.
Sonuç olarak en mümtaz şekilde yaratılan, en üstün vasıflarla donatılan insandan, kulluk binasının kapısını imanla, direklerini ibadetle, duvarlarını da maneviyatın tezahürü olan güzel ahlakla inşa edip, o güzel mekanda, evveli rahmet, ortası mağfiret sonu cehennemden azad olma ayı olan ramazan ayını da fırsat bilerek Yüce Allah’ı görüyormuşçasına, maneviyat dolu samimi bir hayat sürdürmesi istenmektedir. Zira, insanoğlunun cennetteki evini, daha dünyada iken inşa ettiğinin farkında olması gerekir, öyle değil mi? Aslında maneviyat, hepimizin hayatında sandığımızdan çok daha fazla önemli ve hatta belki de hayatımızda dengeyi bulmamız gereken diğer tüm alanların temelini oluşturuyor. Hayattan tatmin olabilmemizin tek yolu, yaptığımız şeylerin anlamlı olmasıdır. İşte maneviyat, bu anlamı bulmamızı sağlıyor. Maneviyat büyük resmi görmemizi, bizim ötemizde henüz fark etmediğimiz şeyler olabileceğini anlamamızı sağlıyor. Sadece kendimiz için yaşamak yerine, başka insanlar ve canlılar için, en önemlisi de Yüce Allah için, Allah aşkıyla yaşamanın ne anlama geldiğini bize gösteriyor. Maneviyat bu dünyadaki yerimizi bulabilmemizi ve yaşadığımız hayatın bir amacı, hedefi ve anlamı olduğunu bize öğretiyor.
Hepimiz, hayatımızda bazen zor zamanlardan, zor imtihanlardan geçiyoruz. Zorlandığımız anlar oluyor. İşte maneviyat böyle zamanlarda bize umut veriyor, sabır aşılıyor. Maneviyat bizim içimizdeki inancı inşa ediyor, geliştiriyor. Hayatta yalnız olmadığımızı anlıyoruz. Hayattaki her şeyin kontrol altında olduğuna inanıyoruz ve bu inanış bize ilerleme gücü çalışma azmi veriyor. Maneviyat kalbimize huzur veriyor. Zor zamanlardan geçerken bile aradığımız sakinliği ve huzuru bulabileceğimiz bir ortam sağlıyor. Hayattaki zorluklara karşı daha berrak bir zihne kavuşmamıza yardımcı oluyor. Maneviyat, hayattaki birçok şeyin geçici olduğunu gösteriyor. Paranın, makamın, şanın ve şöhretin geçici olduğunu, bunun yerine aile, birlik beraberlik, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi hayatta uzun vadede daha değerli şeyler olduğunu keşfetmemize yardımcı oluyor. Her zamankinden daha fazla dayanışmamızı ve kenetlenmemizi sağlıyor. Böylelikle hayatımızda bir denge kurmayı öğretiyor. Böylece maneviyat bizlere, ahlaklı bir insanın nasıl yetiştirileceğini, yaşanabilir erdemli bir toplumun nasıl inşa edileceğini ve böylelikle iki dünya saadetinin nasıl elde edilebileceğini bize öğütlüyor.